Uzakdoğu… Hiç gitmediğim ancak delice merak ettiğim yer… Çocukluğumun dizisi Kral ve Ben’in memleketi… Hani o vesaire, vesaire, vesaireyi lügatımıza yerleştiren kralın… Öyle ya, anlatılanlar az buz değil. İllaki görülmeli gibi geliyor insana…
Görülmeliymiş…
Ancak iyi bir tur şirketiyle tabi.
Reklama girmesin ama işini iyi yapanları da taltif etmemiz gerekiyor.
pek de duyduğum bir acente değildi. Tesadüfen buldum internetten.
Turlarla seyahati sevmediğimizi ancak ilk kez gideceğimiz yerlerde bize mihmandarlık edecek birilerinin olması gerektiğini söyledik.
Sabah erken uyandırmayın, şu gün şurayı gezdirin dedik.
Otelleri kendimiz seçtik.
Hangi ülkede kaç gün kalmak istediğimizi belirttik.
Biz istedik ancak ne bulacağımızı bilmiyorduk.
Herşeyi en ince ayrıntısına kadar ayarlamışlar.
Havaalanından lüks araçlarla aldırdılar, yolculuğumuzun sonuna kadar, beklentilerimizin en üst seviyesinde hizmet sundular bize.
O yüzden girişte okkalı bir teşekkürü hak etti tur acentamız
Bir teşekkür de, uzun seyahatlerimizin değişmez firması THY’ye…
Israrla THY uçuşlarını istemekte haksız olmadığımızı bir kez daha gösterdi. Hizmet şahane, güleryüz deseniz, ona keza. Gece, uyanık olduğumu gören hostesin “içecek bir şeyler ister misiniz” sorusundan daha güzel ne olabilir ki…
Gezmeye başlayalım isterseniz;Tayland ordusunun 12. darbesini müteakip gittik Bangkok’a… Plan 2 ay önceden yapıldığı içindarbenin bizi yolumuzdan çevirmesi düşünülemezdi, isabet etmişiz.
DARBEDEN MEMNUNLAR
En son 2006’da askeri darbeye maruz kalan ülke, 10 yıl içinde gelen darbeden hiç de şikayetçi değil. Hayat rutininde akıyor, darbenin “d”si bile hissedilmiyor Tayland’da. Gece 24.00’den sabah 04.00’e kadar sokağa çıkma yasağı var ama Pattaya ve Phuket gibi sayfiye bölgelerinde yasak yok. En önemlisi halk memnun. Askeri seviyorlar, hani, hep kalsa şikayetçi olmayacaklar…Zira darbe yapılmadan önce rüşvet almış başını gitmiş. Gerekli olduğunu düşünüyorlar…
KRAL ÇOK SEVİLİYOR
Krallık hala var ve halk krallarına hayran…Eski adı Siyam olan Tayland’da ilk durağımız Başkent Bangkok. Bangkok 1782’de kurulmuş. 9 kralı var. KingPu Me Pot şimdiki kral. Çok sevildiğini söylemiştim, her yerde kralın fotoğrafları, resimleri asılı…
THY ile 8 buçuk saat süren bir uçuş sonrası Bangkok’tayız. İlk intiba güzel, zira havaalanı temiz. Önerilen tarihlere (Kasım-Şubat arası) uymadığımız için muson yağmurları ve dayanılmaz nemli havayı peşinen kabul etsek de, dışarı çıktığımızda yüzümüze vuran alev korkutuyor.
NASIL YENECEĞİNİ BİLMEDİĞİMİZ MEYVELER…
Gece boyu yolculuk yaptığımız için rehberimize, yerel saatle 13.00’e kadar dinlenmek istediğimizi söyleyerek, otelimize geliyoruz.Rehberimiz Mom (MhomChutinan) müthiş dakik bir kadın. Tayland’la ilgili tüm bilgileri aldığımız Mom, bizi gezdirmesi için sözleştiğimiz saatten 15 dakika önce gelmiş. İndiğimizde, lobide oturur buluyoruz…Bir pazara götürüyor bizi Mom… Yiyecekten, giyeceğe, timsah derisinden yöresel objelere kadar aklınıza gelen her şeyin olduğu bir pazar… En çok ilgimizi çeken tropikal meyveler oluyor. Hiç görmediğimiz bu meyvelerin nasıl yeneceğini bilmediğimiz gibi, tadından da kuşkuluyuz. Biz de Hindistan cevizi içine konan dondurmalardan alıyoruz. Ortadan kesilip, içi kazınmış ama çıkarılmamış Hindistan cevizi içine vanilyalı dondurmayla birlikte pirinç, mısır gibi şeyler de koydurabiliyorsunuz. Pirinç ve mısırlı dondurma cazip gelmiyor ancak adını bilmediğimiz, tatlı fasulyeye benzer bir meyveyi denemek istiyoruz. Tadı güzel ama bizdeki dondurmaların yanından bile geçmiyor. Mom, pirinçli yiyor dondurmasını. İlkin tuhaf geldiyse de, sütlacı aklıma getirip, düşüncemi yumuşatıyorum.Bangkok hayli kalabalık bir şehir. Nüfusu ise 2010 sayımına göre 8,280,925.Mom’un söylediğine göre bunların birçoğu kayıtsız.
“TANRIYA İNANIYORUZ”
Tayland deyince aklıma gelen iki soru var. Biri dinleriyle, biri de malum konuyla ilgili. İkisiyle ilgili de yanlış bilgilendiğimi anlıyorum.Birinci yanlış; Budistlerin bizim Tanrımıza, yani Allah’a inanmadıklarını sanmam… Öyle olmadığını söylüyor Mom. Tanrıya inanıyormuş da Budistliğin kuralları varmış. İslamiyet ve diğer hak dinlerdeki kurallara benziyor. “İyi düşün, iyi ol, kalbini temiz tut, kıskanma, hayvanları sev, hırsızlık yapma, yalan söyleme, öldürme, içki içme, zina etme…” Bir de reankarnasyona inanıyorlar. Buda Hindistan’da doğmuş, doğduktan sonra hastaları, fakirleri, doğumu, ölümü görünce bir yol bulmak istemiş. Bunu “ışık” olarak nitelendiriyorlar. Buda ışığı bulmuş, diğer Budistler de ışığı bulma gayesinde… Işığı bulmak kolay değil tabi. (Mom’un anlattığına göre) lüks yaşamayacaksın, rahat yatakta uyumayacaksın, dünyevi rahatlıklardan uzak duracaksın, tv izlemeyeceksin, müzik dinlemeyeceksin… Elektrik yok, günlük oruçlar var… Oruç bizdekinin tersine, gece tutuyorsun, ellerini görebilecek aydınlığa gelindiğinde ise orucunu bozuyorsun…
HERKES ARABA ALABİLSİN DİYE…
Mom’un anlattığına göre devlet, arabası olmayanlara 400 bin baht kredi veriyor. Türk parasıyla aşağı yukarı 24 bin TL. Bunun 100 bin bahtını sübvanse ediyor. Ve 300 bin bahtı geri ödüyor kişi…
***
KIZLARIN SİZİ BEKLEDİĞİNİ SANIYORSANIZ YANILIYORSUNUZ
Mom’a sorduğumuz ikinci konu, Tayland’ın neden seks turizmiyle anıldığı… Mom bunun çok da doğru olmadığını söylüyor. Yani söylendiği gibi, her kapının arkasında seks yapılmadığını… Bankkok’ta özel bir yer varmış. Pattaya’da da Walking Street denen yerde… Pattaya sahilinde birçok bar varmış. Özellikle Türk erkekleri gelir gelmez soluğu Pattaya’da alırmış! Hükümet biliyormuş ama göz yumuyormuş.
SİYAM TARİHİNİN TİYATRAL ŞÖLENİ….
Akşam SiamNiramit’i izlemek içinRatchada Tiyatro’ya gidiyoruz.SiamNiramit, Siyam kültürünün tiyatral ve eşsiz dekorlarla anlatıldığı bir şov. Ratchada Tiyatro’da minyatür Tay köyü, SawasdeeRestaurant ve tek bir çatı altında bir hediyelik eşya dükkanı var. Burada ayrıca filleri sevebilir, onları ellerinizle besleyebilirsiniz. Bilet ve hediyelik eşyalar çok makul bir fiyata satılıyor.
Tiyatroya girmeden önce akşam yemeği yiyoruz orada…
Tay mutfağıyla ilk karşılaşmamız.Fena değil. Hayır hayır, güzel bile sayılabilir.Hatta acılı çorba şahane. İşin doğrusu Tayland’ın yemek kültürüyle ilgili pek iç açıcı şeyler duymadığımızdan, kendimizi tavuk ve fast-foodculara hazırlamıştık.Dolayısıyla ilk günümüz tadım veya tanışma günüydü.
Küçük porsiyonlardan, “ben bunu istiyorum” a geçişimiz arasında pek uzun zaman yok.
İkinci gün, gayet bilinçliyiz. Hatta birbirimize yemek bile önerecek kıvama gelmişiz.
Tayland mutfağında baharatlar çok yaygın kullanılmakta. Hint, Çin ve Güneydoğu Asya mutfaklarının bir karışımı olan Tayland mutfağı dünyada haklı bir üne sahip. Hele acı seviyorsanız Tay mutfağı tam size göre. Yemek detaylarını daha sonraya bırakarak şovumuza dönelim;
Girişte folklorik kıyafetli kızlarla resim çektiriyoruz.SiamNiramit bana göre dünyanın en muhteşem tiyatral şöleni.Epik bir roman okur gibi, Siyam tarihinin büyüleyici derinliklerinde kayboluyorsunuz.Sonradan bu şovun Guinness Rekorlar Kitabına girdiğini öğreniyorum. İki bin koltuklu Ratchada Tiyatrosu’nda düzenlenen, bu şov, 60 metrelik sahnede gerçekleşiyor. 700 yıllık Siyam tarihini anlatmak için gerçek filler, keçiler, gemiler kullanıyorlar.
SAHNE, EL ÇABUKLUĞU MARİFETTEN ÖTE…
Değişik başlıklı bölümlerden oluşan gösterinin ileri derecede bir sihirbazlık örneği olduğunu söylemeliyim zira her bölüm arasında dekor değiştirmek için vakit olmamasına karşın, birkaç dakika içinde bambaşka bir dünyada kendinizi bulmanız, el çabukluğu marifetten çok öte.
Cennet ve cehennemin anlatıldığı kompozisyondan birkaç dakika sonra,sahneden derelerin akması başka neyle anlatılabilir ki…Çok değil, birkaç dakika önce normal tiyatro sahnesi gibi olan sahnede birkaç dakika sonra yüzen insanlar var. Sahneden gerçek donanma geçtiğini, yağmur yağdığını söyleyeyim, gerisini siz düşünün. Dansçıların performansları çok profesyonel.
İşin tek kötü tarafı bu görsel şöleni fotoğraflamak yasak. Salona girerken fotoğraf makinelerimizi teslim ediyoruz.Amaç, taklit edilmesini önlemek.Sanırım haklılar da… Çıkışta, hediyelik eşya satan dükkana uğruyor, anahtarlık, kitap ayracı ve küçük budalar alıyoruz.
***
TERZİYE ISMARLAMA ELBİSE…
Sabah erken kalkmamıza gerek yok zira Mom’a çok erken saatte gelmemesini söylüyoruz. Buna rağmen erkenden uyanıyoruz. Tatildeyiz ve uyumak için harcayacağımız zamanı Bangkok’u gezmek için harcamamızın daha akıllıca olacağını düşünüyoruz.Kahvaltıdan sonra kendimizi otelimizin yanında başlayıp, nerede bittiğini bilmediğimiz küçük bir alışveriş sokağına atıyoruz. Bu ince uzun sokakta ne ararsanız var…
Fiyatlar çok ucuz ama kalite için aynı şeyi söylemek zor. Giy at türünden bir şey istiyorsanız, o çarşı biçilmiş kaftan.Üstü bez brandayla kaplı çarşı üzerinde masaj salonları ve terziler var. Bu terziler oracıkta ölçünüzü alıp, üzerinize istediğiniz kumaşta elbise dikiyor. Hem de bir, taş çatlasın iki günde…Fiyat gayet makul: 100 dolar. Hatta pazarlıkla 100 doların içine bir de gömlek sokuşturduk. Şayet hazır giyimi üstüne uydurmakta zorlananlardansanız Bangkok sizi hot couture kralı bile yapabilir.
****
ALTIN BUDA’NIN ÖYKÜSÜ
Öğleden sonra Mom geliyor. Bugün GemsGalery(Ben kuyumcu diyeyim, siz anlayın) ve tapınakları gezeceğiz. Ülkenin her yerinde, evlerin önü, nehir iskelelerinde bile farklı büyüklüklerde, renklerde ufacık ibadet alanları bulmak mümkün.Hepsinde farklı şekilde oturan bir Buda var, kimi gülüyor, kimi göbeğini kaşıyor, kimi dua eder vaziyette, kimi oturmuş, kimi ayakta.Küçüklü büyüklü birçok tapınağa gidiyoruz. En beğendiklerimiz Çin mahallesindeki WatTraimit(Altın Buda) ve WatPhooldu. Altın Buda’nın hikayesi mühim. 5 buçuk tonluk saf altından yapılan Buda heykeli tam 700 yıllık. Önemi 700 yıllık olmasından değil, tesadüfen bulunmuş olmasından geliyor. Nasıl mı? Geçmişte, yüzyıllardır kavgalı olduklarıBurmalı istilacılardan korumak için heykeli çimentoyla kaplamışlar. Yıllar içinde kapladıklarını da unutmuşlar… 40 yıl önce vinçten düşünce çimentonun bir kısmı dökülmüş ve altın ortaya çıkmış.
FOTOĞRAFLARIMIZ MAGNETLERİN ÜZERİNDE…
Bol bol fotoğraf çekiyoruz. Hatta tanımadığımız kişiler de bizim fotoğrafımızı çekiyor. İlkin anlamıyoruz. Tapınaktan çıktığımızda bir tepsinin içinde magnet satan kız yanımıza yanaşıyor. Daha buradayız, ilk günden magnet almak niyetinde değiliz. O da ne? Magnetlerde bizim fotoğrafımız var. Dahiyane fikre şapka çıkarmak ve tüm magnetleri satın almaktan başka çare yok.
BU DA, YATAN BUDA…
WatTraimit’ten sonraki durağımız, gene çok büyük ve önemli bir başka tapınak olan WatPho oluyor.Bu tapınak Kral 1. Rama tarafından Bangkok’ta yaptırılan ilk tapınak. Dış özellikleri olarak diğer tapınaklardan çok farklı olmamasına rağmen içinde 47 metre uzunluğunda, 15 metre yüksekliğinde, yatan bir Budha heykeli mevcut… Bu heykel de diğer pek çok Buda heykeli gibi altın kaplama. Tapınaklar tertemiz ve insanlar huşu içinde ibadet ediyor.Egzotik tütsü kokuları başınızı döndürüyor.
MEZARLAR KİTAP KADAR
Birkaç tapınağın dışında mezar olarak adlandıracağımız yerler var. Burada, bir kitap büyüklüğündeki fotoğrafın üzerinde kişinin adı, yaşı, ne zaman öldüğü yazıyor. Resmin ucundaki tasta da külleri var. Kimininki yağmurdan gitmiş, kimi taze kül. Yani 100 ölüyü 2, bilemedin 3 metrekare alana sığdırmak mümkün.
****
GEMS GALLERY’İDEKİ SÜRPRİZ
Mücevher almak niyetinde değiliz ancakTayland’ın yakut cenneti olduğunu duyunca görmeden olmaz diye düşünüyoruz. Bizi kapıda Tay kızlar karşılıyor. Güzel ve nazikler. Bize soğuk çay ikram ediyorlar önce. Ardından film izleteceklerini söyleyip, bir odaya alıyorlar. İzlediğimiz film yakut ve değerli taşların nasıl çıkarıldığını, hangi işlemlerden geçirildiğini anlatıyor. İşin ilginç tarafı film Türkçe. Çıktıktan sonra değerli taşlar konusunda ahkam kesecek kadar bilgili olduğumuzu fark ediyoruz. Sonrasında ise önce değerli taşların mücevher haline getirildiği büyük atölyeyi geziyoruz. Ardından o şahane satış yerini…
Fiyatlar öyle çok ucuz değil. Yani “burada çıkıyor sebildir” durumu yok. Taşın şanına yakışır durumda. Ancak garantisi var, güvenerek alabiliyorsunuz.
TİMSAH DERİSİ ÇANTALAR…
GemsGalery’i de sadece yakut, zümrüt, safir, elmas gibi mücevherler yok. Tayland’ın ünlü timsah derisi/yılan derisi çantalarını da buradan almak mümkün.Timsah derisi çantaların fiyatları 3 bin 5 bin baht arası. Türk parasıyla bin 500- 2 bin 500 TL arasında yani… Yılan derisi daha ucuz. Türk parasıyla bin iki bin TL’ye beğendiğiniz yılan derisi çantayı alabilirsiniz. İlk etapta pahalı gelse de, timsah derisinin burada üç misli fiyata satıldığını görünce hemen alasınız geliyor.
MOTOSİKLET SAYISI OTOMOBİL SAYISI KADAR
Tayland’da dikkatimizi çeken bir başka şey de trafikteki motosikletlerin çokluğu. Neredeyse otomobilden daha çok motosiklet var ve hiçbir sorun yaşanmıyor. Sebebi, otomobillerin, “yol benim” havasında olmaması. Trafik gayet intizamlı bir şekilde akıyor. Neredeyse 10 milyonu bulan Bangkkok’ta bile trafik kazasının olmamasın sebebi de bu zaten…
****
MASAJSIZ OLMAZ…
Tayland deyince akla gelen ilk şeylerden biri de masaj.Kumsalda, caddelerde ve her sokak arasında onlarca masaj salonları var. Öyle eften püften masaj yapmıyorlar.Hemen hepsi eğitimli ve sertifikalılar. Biz masaj yaptırmaya Mom’un önerdiği bir salona gittik. Bir şehir efsanesi daha fos çıktı. Bizi öyle anlatıldığı gibi seksi kızlar karşılamadı. Öyle yerlerde varmış ama çok az. İki saatlik masaj 600 baht. 30 lira civarında yani. Düzgün ve temiz bir yer. Eşinizle giderseniz, aynı yerde ve yanyana iki minderin üzerinde masaj yaptırabiliyorsunuz.
Bir bacakta yarım saat, diğerinde yarım saat, kollarda da aynı süre… Masajı sevmeseniz bile rahatladığınızı hissediyorsunuz. Vücudunuzun hemen hemen her kemiğini elden geçiriyorlar. Tayland’a gittiyseniz, olmazsa olmazınız masaj. Ayak masajı da en çok rağbet gören masajlardan. Saatlerce gezmekten ayakları helak olanlar soluğu ayak masajı yapan yerlerde alıyorlar. Bir saatlik masaj sonrası 2-3 saat daha geziyorlar.
YÜZEN ÇARŞININ GÖRKEMİNE HAYRAN KALIYORUZ
Üçüncü gün, en fazla merak ettiğim yere, yüzen çarşıya gidiyoruz. Yüzen çarşı sabah yediden öğlen bire kadar açık. Bu sabah erken kalkıp buraya ulaşmanız gerekiyor. Aracımızdan indikten sonra bir tekneye biniyor, dünyanın en ilginç ama en şahane manzarasının içinden geçiyoruz. Dar kanallar boyunca kürek çekerek sizin teknenize ulaşmaya çalışan, geniş siperli şapkalı kadınlar, size dünyanın en ilginç fotoğraflarını hediye ediyorlar. Burada, ömrümde görmediği meyvelerle tanışıyorum.Pazarlık payı olduğu için ilk fiyat hayli yüksek. Sonunda satıcının istediği fiyatın 5’te birine alıyorsunuz alacağınızı.
Biz oradan Hindistan cevizinden tahta kaşıklar ve ince Şile bezine benzer kumaştan gömlek alıyoruz. Zaten karnı aç olanın markette yiyeceklere saldırması gibi, sıcaktan bunaldığımızdan, nerede ince bir şey görsek alıcı oluyoruz.Hayatımda görmediğim meyveler demiştim. Bilmediğim birşeyi almaya heves etmiyorum ama rehberimiz Mom’un emrivakisi sonucunda dünyanın en güzel meyveleriyle tanışıyorum. Torba torba meyve tutuşturuyor elimize. Benim favorim somo adı verdikleri, greyfurtun tropikal kardeşi oluyor. Dilimlenerek satılan bu meyvenin bildiğiniz greyfurtla alakası yok. Tatlı mı tatlı bir meyve. Üstü dikenli, nasıl açılacağını anlayamadığımız bir meyve daha var: Ngor. Dikenleri batacak diye elimize alamıyoruz ancak daha sonra o diken gibi görünenlerin ele batmayan tüy gibi yumuşak çıkıntılar olduğunu görüyoruz.Görüntüsü sivri dikenli bir mitolojik yaratığa benzeyen meyve yerel halkın bir numarası. Meyvelerin kraliçesi diye anılıyor zaten. Bir de ayak kokulu kavunsu meyve var. Her yerde satılan bu meyve neredeyse sokağı kokutuyor. Onu yemedik tabi…
DENİZ ÜRÜNLERİNİN EN LEZZETLİSİ…
Akşam yemeğimizi Mom’un bizi götürdüğü bir restoranda yiyoruz. Bu restoran bir alışveriş merkezinin içinde. Sadece ana yemeklere para ödüyorsunuz, çorba, salatalar ve meyve açık büfe, parasız. Yemekler şahane. Ben yine o acılı, ismini bilmediğim, suretinden tanıdığım çorbadan içiyorum. Ana yemeğimiz ise balık dahil deniz ürünleri… Deniz ürünlerine hasta biri olarak ertesi gün de aynı yere gitme kararlılığındayım. Bu ısrarım, restoranı bulamamamız yüzünden restoranın kapanışına yetişmemize ve aynı sokaklardan, hatta o kötü kokuların arasından 5 kez geçmemize sebep oluyor ama olsun. Değiyor…
FİLLERLE SAFARİ, MAYMUN ŞOV
Tayland’a gitmeden önce gideceğim yerlerin ve yapacaklarımın listesini çıkarmıştım. Maymun şovu ve fil safarisi bunlardan biriydi. Nitekim gittik. Önce file bineceğiz. Sanırım file binmek tek kişi 200 bahttı. 100 bahtta, file aldığınız muza veriyorsunuz. Küçücük, albenisiz ancak bu yaşıma kadar yediğim en şahane muz… File binmeden ikisini atıyorum ağzıma. File binmek için merdivenle balkon gibi bir yere çıkıyoruz. Ancak yetişiyoruz zaten… Biz bindikten sonra fil yürümüyor. Muzları beklediğini anlıyoruz. Kalıbıyla, köküyle yutuyor muzları. Fil safarisi için özel olarak düzenlenmiş yollarda gezinirken bu kez de fil terbiyecisi duruyor pat diye. Bahşiş istiyormuş, 100 baht verdikten sonra yolumuza devam ediyoruz. Yolculuğumuz bittiğinde ise bizi yine ne zaman çektiklerini anlayamadığımız fotoğraflar bekliyor. Fotoğrafların tanesi 200 baht.
PARA ÜSTÜ VEREN MAYMUN
Maymun şovu şahane. Yerdeki sayıları, sahibinin “ikiyi getir”, “üçü getir” gibi yönlendirmesiyle getiren maymunlar yeteneklerini konuşturuyor. Nasıl bu denli akıllı olabildiklerine şaşarken bu kez de alışveriş dehası olduklarını keşfediyoruz. Tanesi 20 baht olan merhemleri satan maymunlar, sizin verdiğiniz paraya göre para üstü veriyorlar. Yani 100 baht verip 2 merhem almışsanız, 60 baht, 50 baht verip bir merhem almışsanız 30 baht veriyor geriye. Asla fire yok, hesap tastamam. Gelenek bozulmuyor, bu kez de maymunlarla çektirdiğimiz fotoğraflarla dönüyoruz otelimize…
****
PHUKETTEYİZ…
Bangkok’a üç gün yeter diyoruz, ver elini Phuket. Phuket’eAsiaAirle gidiyoruz. Yol 45 dakika sürüyor. Uçaklar fena değil ancak sistem hiç sevmediğim türden. Yani suyu bile parayla alıyorsunuz. Kulakları çınlasın, Ali Sabancı sistemi buradan getirdi galiba… En iyi tarafı uçakta geniş koltuk için bizdeki kadar büyük paralar ödememeniz. Biner baht fark ödeyip, geniş bir koltuğa geçiyoruz. Daha önce söylemeyi unuttum, burada güzel bir uygulama var. Vize formunu uçakta dolduruyorsunuz. Yani uçaktan inince bir de yazım çizimle uğraşmıyorsunuz. Direk doldurduğunuz formu veriyorsunuz. Nitelim Bangkok’a inmeden vizemizi doldurmuştuk.
Phuket’te bizi puslu bir hava karşılıyor. Neyse ki hazırlıklıyız. Bizi karşılayan rehberimizle otelin yolunu tutuyoruz. Yeşilin her tonunu içeren eşsiz bir doğa ve turkuaz rengi berrak bir deniz… Egzotizm ve doğanın muhteşem uyumunu keşfediyoruz Phuket’te… Otelimiz Karon Beach bölgesinde. Dağlar, şelaleler,yemyeşil tropik bahçeler içinde yer alan otel, 75 dönüm. Önünde uçsuz bucaksız altın kumsal… Tam anlamıyla cennetteyiz. Otele taksi veya herhangi bir araç giremediği için bizi havaalanından getiren araç kapıda indiriyor. Sonrasında otelin kendi aracı bizi lobiye kadar götürüyor. Burada da, Bangkok’ta olduğu gibi kredi kartımızın numarasını alıyorlar. Minibar önlemiymiş. Tuhaf geliyor ama buranın adeti bu deyip çaresiz boyun eğiyoruz. Otele yerleştikten sonra havuza iniyoruz, Phuket’iyarın gezeceğiz… Otelde plaj havlusuna kadar var, yük etmenize gerek yok ama kaybettiğinizde parasını alıyorlar. Kahvaltı tüm Tayland’da olduğu gibi sıkıntılı… Her tür mutfak var ama nedense bizim mutfağa yakın yok. Batı mutfağı dedikleri de bir omlet ve İtalyan/Fransız usulü kruvasanlardan, donatlardan oluşuyor. Peynir yok. Sadece üçgen peynirlerden var. Neyse ki meyveler mükemmel. Karpuz mango,dragon, ananas, muz ve şu cismini bilip, ismini öğrenemediklerimiz…Omlet istediğinizde, malzemeleri seçip, ne kadar konmasını istediğinizi söyleyip, yaptırabiliyorsunuz.
PLAJDA KIRMIZI BAYRAK VARSA YANDINIZ
Phuket bir tatilden istediğiniz her şeyi bulabileceğiniz bir yer. Sahilleri ve okyanusu hayallerinizden bir kesit.Fransız, İtalyan, Hindistan ve Uzakdoğu mutfakları, tropikal meyve satan seyyar satıcıları ile dünyanın küçük bir adasında nasıl bu kadar zengin bir kültürel birikime sahip olduklarını merak ediyorsunuz. Ne var ki hava kapalı, okyanus dalgalı. Otelimizin önündeki kilometrelerce uzanan altın sahile kırmızı uyarı tabelaları dikilmiş. Dalganın uzanabileceği yere konmuş tabelalar. Dünyanın en güzel sahilinde oturup, dalgaların üzerimize gelmesiyle yetiniyoruz. Phuket için tatil turları arayanlara bir tembih: Üç mevsime sahip Phuket, Kasım ile Ocak ayları arasında serin oluyormuş. Bir tür ılık kış yani. Mart ile Mayıs ayları arası yaz, Mayıs ile Kasım ayları arası ise Muson mevsimiymiş.Muson mevsiminde güneydoğudan esen sert sıcak nemli rüzgarlar ile Hint Okyanusu’ndan gelen yoğun yağmur insanı yoruyor. O yüzden Kasım ile Nisan aylarınınPhuketturları için en uygun dönem olduğunu söylüyorlar. Muson mevsiminde özellikle batı kıyıları ve kumsalları, sert rüzgarlar ve devasa dalgalarla tehlikeli bir hal alıyor.Kırmızı bayraklar bunun için… Phuket’te kumsala dikilmiş kırmızı bayrak görürseniz, ya otelde kalacaksınız ya da bizim gibi kenarda oturacaksınız.
***
PHUKET İNCİSİ
Ertesi gün Phuketteki rehberimiz bizi gezdirmek için otele geliyor. Esasında James Bond ve Maymun adasına gitme planları yapmıştık ama havadan dolayı gidemiyoruz. Yapacağımız en güzel şey alışveriş olacak galiba… Phuket’te incinin çok meşhur olduğunu öğreniyoruz. Rehberimiz inci satan GEMS Galery’e götürüyor. Birisi size eşlik ediyor ve incileri anlatmaya başlıyor. Deniz ve Tatlısu incisi olarak ikiye ayrılıyormuş. Denizinki daha değerli tabi. Deniz incisinin pahalı oluşunun esas nedeni istiridyeden sadece bir tane çıkması ve iki yılda oluşmasıymış. Tatlısu incisi ise 8 ayda,7 tane oluşuyormuş. Acayip derecede kalabalık. Burada da resim çekmek yasak, modeller çalınmasın diye.İncilerin fiyatları uygun. İnci alacağımız yerde de timsah ve yılan derisi çantalar var. GEMS Galery’den çıktıktan sonra rehberimiz yemek yemek için PhuketTown’da bir restorana götürüyor. PhuketTown,Phuket’in merkezi. Ödediğimiz para ise Phuket’in en pahalı sayfiye bölgelerinde ödediğimizin üç katı. Rehbere bunu hatırlatıyoruz.
PATONGTAKİ CAMİ
Phuket’teki bir günümüz bir kandil gününe denk geliyor. Rehberimize cami soruyoruz. Patong bölgesinde varmış. Patong’a tak tukla (kimileri tuk tuk diyor) gidiyoruz. Tak tuk, Tayland’ın ulaşım araçlarından havadar olanı. Üstü, yanı açık. Akşam serinliğinde güzel geleceğini düşünerek- en çok da deneyimlemek adına- tak tuka biniyoruz. PatongPhuket’in eğlence merkezi ancak o gün gezemeyeceğiz. Tak tukçu camiyi bulamıyor. Patong merkezde inip, başka bir tak tuka biniyor ve camiye gidiyoruz. Cami kalabalık. Camiden çıkınca, camiye yetişme telaşından fark edemediğimiz bir başka Patong görüyoruz. Yok böyle bir şey diyeyim, siz anlayın. Ertesi gün tekrar Patong’tayız.
ŞOV İSTERMİSİNİZ DİYE ETRAFINIZDA GEZİYORLAR…
Hayatımızda görmediğimiz şovlar var. Gey şovlardan, striprize, boru danslarından, ilginç müziklere kadar her şey mevcut. Yollarda önünüzü kesip, şov isteyip istemediğiniz soruyorlar. Adım atacak yer yok Patong’da… BANG-LA ROAD dedikleri yer işte bu gece hayatının yaşandığı yer.
Yollarda oyuncak araba satanlar ışıklı pervane türü oyuncak satanlar, maymunlarla,iguanalarla resim çektirip para kazanan insanlar, pazarlık için güzel güzel giyinmiş bayanlar yada bayana benzeyen erkekler. Tabi birde gogo barlardaki eğlenceleri pazarlayan genç- yaşlı, kadın- erkek zenci beyaz insanlar. Yaseminden kolyeler satan yaşlı kadınlar… Buradaki insanlar herşeyden komisyon alıyorlar. TIGER buradaki gece klüplerinin en meşhur ve en güzeli. Çoğu insanın buluşma noktasıymış. Yanıp sönen ışıkları sizi oraya çekiyor. Hele hele tabureleri… Herkes o taburelerin resmini çekmek için muhakkak duruyor. Biz de durduk. İçeride bir sürü kız boru dansı yapıyor.Tiger’ın tam karşısında sushibox var.
CİPS GÖRÜNÜMLÜ BALIK KURULARI…
Biz bir tur atıp, fotoğraflarımızı çekip, Patong’un ortasındaki alışveriş merkezine giriyoruz. Yılan derisi çantalar satan bir dükkandayız yine. Fiyatları GEMS Galary’den hayli uygun. Oradanneredeyse, deri çanta fiyatına yılan derisi çanta alıyoruz… Alışveriş merkezinin içinde kurutulmuş meyvelerin satıldığı bir yer var. Hindistan cevizi kurusu, mango kurusu gibi meyve kurularından aldıktan sonra bir de cipse benzer bir şey alıyoruz. Görünümü güzel, bir taneyle yetinmiyoruz. Ki otelde paketi açtığımızda odayı dolduran balık ve iki gün ayakkabıdan çıkmamış ayak kokusu odayı dolduruyor. Meğer balık kurusuymuş bizim cips…
DONDURMA ÇOK PAHALI
Dünyaca ünlü dondurma markasını görünce hemen girelim diyoruz. Tayland fiyatlarına göre hayli pahalı. Bir top dondurma 10 TL’ye tekabül ediyor. Pahalı geliyor ama bu bir şey değilmiş. Singapur’da bir top dondurmaya 18 TL verince, Phuket’e iade-i itibar yapıyoruz.Phuket’te de adım başı masaj salonlarının olduğunu söyleyelim.
***
SAKIZ ÇİĞNEMENİN YASAK OLDUĞU ÜLKE….
Gezimizin son durağı Singapur’a gitmek için yola çıkacağız ama aklımız Phuket’te kalıyor. Doyamadık haliyle… Singapur’a da yine AsiaAir ile gidiyoruz. Vize kağıtlarımızı uçakta dolduruyoruz. Singapur’la Phuket arasında 1 saat fark olduğu için bir buçuk saatlik yolculuktan sonra, iki buçuk saat yol almış gibi oluyoruz. Singapur havaalanına inince, ülkeyle ilgili tüm duyduklarımın az bile olduğunu düşünüyorum. Heryer mis gibi, tertemiz. Singapur’a gitmeden, sakız çiğnemenin yasak olduğunu, sokağa izmarit atanın, yaya geçidi olmayan yerden karşıdan karşıya geçenin 500 dolar cezaya çarptırıldığını okumuştum ancak havaalanını görünce, bundan daha fazlasıyla karşılaşacağımızı tahmin edebiliyorum.
BİR GÜNDE GEZERSİNİZ DEMİŞLERDİ…
Singapur küçük bir ada devleti. Zaten giderken bir günde gezersiniz demişlerdi. De, öyle değilmiş. Değil 1 gün, 21 gün yetmez Singapur’u gezmeye… Şahane bir ülke… Sıkılmadan yaşanabilecek… Gitmeden küçük bir Singapur almanağı hazırlamıştım, faydasını görüyorum. Gerçi hazırlığım nerde ne satılıyordan öteye gitmiyor ama olsun. En azından nereye nasıl gideceğimizi biliyorum. Peki gitmeden ödevimi yapmamış olsam bir şey değişir miymiş? Hayır. Zira Singapur, otelden/evden çıktığınız andan itibaren, neredeyse 50 metre aralıklara konulmuş koca tabelalarıyla sizi gideceğiniz yere götürüyor. Singapur’u anlatmak için biraz tanıtmamız gerekecek çünkü kendisine ait 40 kadar adacıkla birlikte, 622 km2 civarında yüzölçümüne sahip bir yerde nasıl olup da 3 milyon kişinin yaşadığını hesaplamak zor olabilir.
DEV GÖKDELENLERİN ÜLKESİ…
Tek katlı evleri seven biri olarak, Singapur’un devasa gökdelenleri beni büyülemişse gerisini siz düşünün artık. Dünyanın en muhteşem şehircilik örneği, en intizamlı yönetim şekli sergileniyor Singapur’da. Her yer, bal dök yala cinsinden, tertemiz. Bırakın sağda solsa çöp görmeyi, gözünüzü tırmalayan hiçbir anomali yok. Yemyeşil siteler, şahane oteller, dünyanın hiçbir yerinde olmayan büyüklükte alışveriş merkezleri… Singapur ülkenin adı, aynı zamanda şehrin de adı. Yani öyle köyü kasabası yok. Singapur o kadar… Neredeyse baştan sona yürüyebilirsiniz yani…
SİNGİLİZCE KULLANILIYOR
Singapur’da Kullanılan dilin adı “Singapurca” ama neredeyse herkes İngilizce konuşabiliyor. Ancakİngilizce’yi o kadar yutuyorlar ki, ikisinin arası bir dil çıkıyor ortaya. Bu dilin adına da “Singlish” deniyor. Şaka bir yana Singapur’da ortak dil İngilizce…
GEZMEYE BAŞLAYALIM…
Otelimize yerleşir yerleşmez, hemen dışarı atıyoruz kendimizi. Otel şehrin göbeğinde. Yani OrchardRoad’a, Hint Mahallesi’ne, o şahane yüzer otelin bulunduğu yere, Çin Mahallesi’ne yürüyüş mesafesinde… Öncelikle etrafımızda çok sayıda alışveriş merkezi görünce seviniyoruz. Ne var ki, orada gördüklerimizin devede kulak olduğunu anlamamız zor olmuyor. Alışveriş cenneti olan Singapur’da alışveriş merkezleri birbirine içten bağlı. Neredeyse bir alışveriş merkezinden diğerine geçe geçe otelimize varacağız. O denli çoklar. Zaten altgeçit dahil nereye girerseniz girin sizi bir alışveriş merkezine atıyor. İlk gün otelimizin yanında bulunan elektronik çarşısından istediğimiz elektronik eşyaları alıyoruz. AkşamaOrchardRoad’ı gezme niyetindeyiz. Şehiri gezerken birkaç bölüme ayırarak gezmekte fayda var bunlar; “LittleIndia”, “Chinatown”, “Garden Lake”, “Sentosa Island”, “Quays”, “Orchard Road.”
BEŞ BİN MAĞAZA BİR ARADA
Orchard Road, yani Orkide Caddesi Singapur denince ilk akla gelen, benim de ajandama ilk not ettiğim yer. Dünyanın en ünlü markalarının burada olduğunu söylemişlerdi. Ki Singapur için çok eksik bir bilgi olduğunu, otelimizden OrchardRoad’a gitmek için bindiğimiz metroda öğreniyorum. Metrodan inip caddeye çıkmadan, yani altgeçidin içinde dünyanın en ünlü markaları var zaten. Bu tek yönlü cadde OrchardHotel’den başlayıp, Handy Road sapağına kadar devam ediyor. OrchardRoad’daaradığınız her şeyi bulabiliyorsunuz. Yaklaşık 5 bin mağazayı barındıran ünlü çok katlı alışveriş merkezleri arasında 313@Somerset, Forum, Mandarin Gallery, cadde üzerindeki otelin içinde yer alan Hilton Shopping Gallery, IonOrchard, Knightsbridge, Lucky Plaza, NgeeAnn City, Orchard Central, PalaisRenaissance, Paragon, Plaza Singapura, Shaw House, TanglinMall, TheCenterpoint, TheHeeren, TripleOneSomerset, özel cam mimarisi ile WheelockPlace ve WismaAtriagibi isimler var. Bu mağazaların hepsinde de dünyanın en ünlü markaları yer alıyor.
TÜRKÇE MÜZİK EŞLİĞİNDE DANS EDİYORLAR…
Akşamüstü bir alışveriş merkezinin önünden sesler geliyor. Karşı kaldırımdayız, hemen oraya yöneliyoruz. Dünyanın en kalabalık dans grubunu görüyorum sanki… Bir gazeteci için şahane bir kare… Müzik çalıyor, neredeyse 100 kişi aynı anda dans ediyor. Yaşlılar ağırlıkta. Kıyafetleri tek tip değil. Bunun anlamı, siz de oradan geçerken dansa katılabiliyorsunuz. Kulağıma tanıdık bir melodi çalınıyor. Biraz dikkat edince bunun Türkçe olduğunu anlıyorum. Dans edenlerin bu Türkçe şarkıya eşlik ettiğini görünce şaşkınlığım daha da artıyor. Ben şarkıyı kimin söylediğini bir an hatırlayamıyor ama sonrasında buluyorum. Hepsi Grubu’nun “Aşk Sakızı” isimli şarkısıyla dans ediyor yüzü aşkın kişi…
SİNGAPUR DOLARI KULLANILIYOR
Tüm büyük mağazalar kredi kartlarını kabul ediyor, yalnız nakit alışverişte Singapur Doları şart. Çoğu esnaf Amerikan Doları ve Euro almak istemiyor. O yüzden çarşıya çıktığımızda ilk işimiz para bozdurmak oluyor. Gece yarısına kadar capcanlı olan OrchardRoad’dan yürüyerek dönüyoruz otelimize. Her yer cıvıl cıvıl. Işıklar, müzik sesleri, neonlar, mutluluk yayıyor… Başka biryere gitmeye gerek yok gibi geliyor. Singapur OrchardRoad’dan ibaretse bile yeter bize… Ama olmadığını, keşfedecek çok yer olduğunu görüyoruz…
***
GREEK YOĞURTMUŞ!
Kahvaltımız, Tayland’dakine benziyor. Hint mutfağından Asya mutfağına kadar herşey var ancak öyle çeşit çeşit peynirler yok… Meyvelerin tadı hiç burada yediklerimiz gibi değil. Hepsi daha lezzetli. Kahvaltıda ilgimizi çeken bir şey, bizim yoğurda “GreekYoghurt” adını vermeleri. Türk yiyeceği olarak bilinen yoğurdu ne aralık sahiplendiler de tüm dünyaya lanse ettiler anlamak zor. Burada bir kez daha anlıyoruz ki, at binenin, kılıç kuşananın…
YANIMIZA ALDIĞIMIZ BİSKÜVİYİ ARAÇTA YİYEMİYORUZ
İkinci gün bizim için hazırlanan şehir turuna çıkacağız. Kahvaltıya biraz geç indiğimizden, şoförü bekletmemek adına pek bir şey yiyemeden arabaya biniyoruz. Yolda çantamızdaki bisküviyi çıkarıp yerken, rehberimiz, araçta hiçbirşey yiyemeyeceğimiz konusunda nazikçe uyarıyor. Meğer yasakmış. Hatta su harici içecek de içilmezmiş! Öğreniyoruz.
ÖLMÜŞÜZ DE, CENNETE GELMİŞİZ GİBİ…
O gün, dünyanın en güzel manzarasının başrolündeyiz. Orkide bahçesinde…Singapur BotanicGarden’ı ve orkide bahçesini görmeden dönmek, Singapur’u görmemekle eşdeğer bence. Dünyanın en güzel orkideleri orada. Hafif yağan yağmur altında, cennet bahçesinde gezmek… Tam anlamıyla oradaki izlenimim bu. 1995’te Singapur Botanik Bahçeleri bölgesinin en yüksek noktasında yapılmış olan Ulusal Orkide Bahçesi dünyada az bulunan orkide cinslerine ev sahipliği yapıyor… Tekrarlıyorum, bahçeyi gezerken insan cennete gelmiş gibi hissediyor kendisini. Rengarenk, hiç görmediğim, başka yerde de göremeyeceğim orkideler… Bahçenin hediyelik eşya dükkanı da orkide temalı çeşit çeşit tasarımlarıyla alışveriş için ideal. Singapur’a bir kez daha aşık oluyorum.
ÇİN MAHALLESİ’NİN GİZEMİ…
Singapur’da uğramamız tavsiye edilen bir başka yer ise Çin mahallesi. Çin Mahallesi’ne yürüyerek gidiyoruz. Rengarenk evleri, farklı kültürü ve dokusu ile görülmeye değer bir yer. Mahalle içindeki South Bridge Road üzerinde yer alan Singapur’un en eski Hindu Tapınağı “Sri Mariamman”ın önünden geçerken ilahiye benzer sesler duyuyoruz. İçeri girmek için üzerimize bir şal almamız gerek. Kolsuz tişört ve şortla içeri giremiyoruz. Girdiğimizde ayin olduğunu görüyoruz. Birçok budistburada huşu içinde ilahi söylüyor. İbadet ettiklerini biliyorum ama bu sahneyi kaçıramayız… O kadar ilginç ki, adeta bir kartpostalın içindeyiz. Fotoğraf çekiyoruz. Tabi cüretimiz, ellerindeki profesyonel makinelerle şak şak deklanşöre basan turistlerden kaynaklanıyor. Arada kaynıyoruz yani…
TÜRK’E RASTLAMAKTAN MUTLU OLUYORUZ…
Bu tapınağın hemen yanındaki otantik mağazalarda ucuz giyim eşyalarının yanı sıra, ilginç ürünlere de rastlamak olası.Antika eşyalar, tablolar, doğal ürünler, iyileştirici bitkiler, çaylar ve birçok süs eşyası dolduruyor kaldırımları. Birkaç metre ötedeki arka sokaklara giriyoruz. Orada beyaz tenteleriyle sokağa taşmış harika bir pazar var. Sağa dönseniz de, sola dönseniz de pazardan çıkamıyorsunuz. Resim, tişört, Çin ipeği, ev eşyaları gibi aklınıza gelen her türlü ürünün satıldığı bu alışveriş cennetine neredeyse tüm günümüzü harcayabilirsiniz ancak sıcak hava buna engel oluyor. Çin mahallesinde, bir dükkanın önünden geçerken birisi “merhaba” diye sesleniyor. Kafamızı çevirdiğimizde, dükkanın içindeki dikiş makinesinde dikiş diken bir bey görüyoruz. Singapurluyla evlenmiş, buraya yerleşmiş. Bizim Türk olduğumuzu nasıl anladığına şaşırıyoruz. Öyle ya, konuşmadık, seslenmedik… “Tipinizden, duruşunuzdan” diyor…
ERTESİ GÜN KÜÇÜK HİNDİSTANDAYIZ
Küçük Hindistan, nam-ı diğer LittleIndia, adeta Küçük Hindistan. Serangoon Road üzerindeki dükkanlargünün ilk saatlerinden gün batımına kadar açık… Baharat, kumaş, çiçek, takı ve gümüş mağazaları kapılarını açık tutuyor. Burası da otelimize yürüyüş mesafesinde. Sokağa girer girmez İstanbul kafeyi görüveriyoruz. İçeri adımızı atar atmaz, İstanbul’un fethinin resmedildiği tablo karşılıyor bizi. Çalışanlara, “neden İstanbul” diye soruyoruz. Sahibi Türkiyeliymiş… Biz laflarken sahibi geliyor. Türk kahvesi eşliğinde ediyoruz sohbetimizi. Hint Mahallesi’nde çok Türk restoranının olduğunu söylüyor. Gezdikçe görüyoruz. Yakınlarda da kamera, bilgisayar, yazılım ve her türlü elektronik ürünün satıldığı 6 katlı bir saray var. Elektronik eşyalar buradan çok ucuz ancak garantisinin olmaması yüzünden pek bir şey almıyoruz.
21 YILDIR AYNI HÜKÜMET
Tur boyunca en güzel hizmeti almamıza aracılık eden acentemiz bizi son model bir Mercedes’le havaalanına gönderiyor. O muhteşem havaalanına gitmeden eksik bilgileri şoförümüzden yolda tamamlıyoruz. Singapur’da 21 yıldır aynı hükümet görev başındaymış. Öyle nabza göre şerbet durumu yok ama… Çalışmayana işsizlik maaşı yok, bedava sağlık hizmeti yok. Vergiler tastamam toplanıyor. Tüm bunlar halka hizmet olarak geri döndüğünden kimse şikayetçi değil. Vatandaş olmak da son yıllarda iyice zorlaştırılmış…
Singapur Havaalanı dünyanın en güzel 10 havaalanı içinde… Bir kez daha gelmek dileğiyle ayrılıyoruz. 11 buçuk saatlik yolculuktan sonra İstanbul’dayız…